Thursday, 1 November 2007

Bağışla bizi peder...suçumuz Türk olmak (Alternatif başlık; Biri daha kriter derse tokadı yiyecek)

Bu ‘’Bağışla bizi peder’’ başlığını sırf biz Avrupa Birliğine girebilelim diye yazdım.Malum bu işi başka türlü halledemeyeceğiz. Çünkü her şeyin eninde sonunda dayandığı nokta burası. Bir ileri adım olarak ‘’Al kardeşim bu toprakları, istediğin kişiye ver... Biz Orta Asya’ya geri dönüyoruz’’ diyebilirdim. Hatta o zaman Asya’da bile olsak birliğe alırlardı bizi. Moğollara da ‘’çıkın oradan, Avrasya’dan oğlum gelecek’’ derlerdi, gül gibi yerleşirdik Asya’ya.

Neyse konu başlamadan dağılmasın. AB sorunun iki önemli ayağı var. Birincisi biz Müslüman’ız. Hatta adımız Müslümanlıkla o kadar birleşmiş ki, eski Avrupa belgelerinde birisi Müslümanlığı seçtiği zaman ‘’Dinini değiştirdi ve Türk oldu’’ yazar. Bunu bir kenara koyup ikinciye geçelim. Türkiye hiçbir zaman çok güçlü bir devletin olmaması gereken bir yerde durmaktadır ve Türkler ‘’Dünya Tarihi’’ kitaplarında her 10 sayfada bir birilerinin ayağına basmışlardır. Bu iki büyük günah Papa tarafından bir affedilse, Türkiye daha küçük federatif devletlere bölünse AB işi tamamdır.

Ne kızı ver Ne dünürü Küstür

Çok kızıyorum bu bizim Almanya’ya giden vatandaşlarımıza. Hoşgörüye, birlikte yaşayabilme kültürüne dair hiçbir değeri öğretememişler. Öğrete öğrete yukarıda yazan atasözünü öğretmişler. Hem de nasıl öğretmek. Şimdilerde bütün Avrupa’nın dilinde bu şarkı. Almanlar çalıyor İtalyanlar söylüyor. E bize de boş durmak yakışmaz bütün çengiliğimizle sahnedeyiz. Güzeli oynatırlar, çirkini söyletirler diye seviniyoruz.

Peki bu nasıl bir şarkı? Kimse çıkıp ‘’Ya birader siz girmek istiyorsunuz ama bir kere Türk ve Müslümanları biz pek sevmiyoruz. Ayrıca birlikten aldığınız parayla gider bir GAP projesine falan daha girersiniz,Allah korusun kalkınıp başımıza bela olursunuz’’ demiyor. Onun yerine Kürt sorunu, soykırım, insan hakları, 301. madde falan diyor. Hem böyle yapınca biz aptal Türkler, kararlarında söz sahibi olmadığımız ‘’Gümrük Birliğine’’ giriyoruz, ticaretimizi onlara danışıp yapıyoruz. Kendi çocuklarımızı soykırım yapmışız gibi bir eziklikle büyütüyoruz.

Ver Ellerini Avrupa. Bu şarkı da bizden sana...

Yazının bu kısmında Banu Avar’ın şahsına ve ‘’Hangi Avrupa’’ isimli kitabına bir saygı duruşunu borç bilirim. Türkiye’nin yetiştirdiği bu gerçek gazetecinin önünde saygıyla eğiliyorum.

Yıllarca bize sayısız komisyon gönderen akıl üstüne akıl veren Avrupa’nın aklı acaba kendine yetiyor mu? Kriterler onlar için geçerli mi? En kısa zamanda kendi komisyonlarımızı kurup, Avrupa’ya gönderip hesap soralım. Çünkü oralardan gelen pis kokular bizim canımızı sıkmaya başladı. Biraz da biz çalalım siz oynayın.

Yediğiniz Hurmalar Şimdi Rahat Durmuyor

Şimdi burada İsveç, Fransa, Norveç falan diye tek tek kimin ne soykırım yaptığını saymaya kalksak bu yazı bir insanlık dramına dönüşür. Başka bir yazıda buna detaylıca değiniriz. Şimdilik soykırımla eli kirlenmemiş sadece bir avuç Avrupa ülkesi olduğunu belirtip geçelim. Uygar Avrupa bunların hesabını vermelidir. Sadece bunlar da değil.

Aile içi şiddetin ayyuka çıktığı Avrupa bize akıl vermeden önce kendi kadınlarını dayaktan kurtarmalıdır.

Dünyaya barış ve demokrasi getirenler, dünyanın en büyük silah satıcıları haline gelmişlerdir. Barıştan bahsetmek için önce üstünde oturdukları silah ve ölü yığınının hesabını vermelidirler.

Daha kendilerinde ifade özgürlüğü yokken başka ülkelerde demokrasi havariliği yapmayı kesmelidirler.

Avrupa’da Müslümanlara yapılan baskı sona ermeden kimse kalkıp İstanbul’daki patrikten bahsetmemelidir. İsterlerse ırkçılığın en ağırını yapan Avrupalılara insanlığı öğretmek için doğudan bir komisyon gönderebiliriz.

Kendi ülkelerinde anadilde eğitim hakkını kimseye tanımayan Avrupalılar, Diyarbakır’a gelip ahkam kesmeye bir süreliğine ara vermeliler.

Yaşlı ve Irkçı Avrupa...Kriterlerini Al Ve Kaybol

Bu ülke insanı daha güzel yaşasın, tarihini bilsin, haklarını savunsun. Tek derdim bu. Demokrasi, kadın hakları, daha iyi yaşam şartları, ifade özgürlüğü dışarıdan ithal edilebilecek kavramlar değildir. Hele hele Avrupa’dan hiç değildir. Uygar Avrupa’nın ne yazık ki kendine hayrı yok. ‘’Biz yapamadık bari adamlar düzeltsin bazı şeyleri’’ mantığından kurtulmamızın zamanı geldi. Artık herkes ağzının payını alacak. Biz kendi reformlarımızı ve özgürlüklerimizi kendi kendimize halledeceğiz. Yaşlı ve ırkçı Avrupa da o sırada yok olmamakla uğraşacak. Hadi Allah taksiratınızı affetsin.

Saturday, 27 October 2007

Sayın Başbakan

Birbirinden başarılı iki oğul babasısınız. Oğlunuz Burak alnının teriyle genç yaşta gemi aldı. Diğer oğlunuz Bilal, Dünya Bankası’ndaki başarılarıyla stratejik ortağınız Amerikan başkanı Bush'un bile iltifatlarına mazhar oldu. İkisi de pırlanta gibi, Allah bağışlasın.

Demem o ki, bir evlat nasıl yetişir, bir baba evladına baktığında nasıl içi titrer, nasıl burnunun direği sızlayarak sever biliyorsunuz. .. Ama oğlu ertesi gün askerlik kurası çekecek bir baba o geceyi nasıl geçirir, Güneydoğu'yu çeken oğlunu otobüse nasıl bindirir, 15 ay boyunca geceyi gündüze nasıl ekler, saat başı haberlerini nasıl içi içini yiyerek seyreder, telefonda konuştuğunda "Operasyona gidiyoruz, hakkını helal et baba" diyen oğluna ne cevap verir, bilmiyorsunuz. Çünkü dediğim gibi oğullarınızdan biri armatör oldu. Güneydoğu'da deniz yok, Atatürk Barajı da oğlunuzun gemisi için pek küçük kalır, yakışık almaz. Yani Burak güvende. Allah bağışlasın.

E diğer oğlunuz Bilal de dediğim gibi Dünya bankası'ndaydı . Şimdi ise Dünya Bankası her nedense sözleşmesini yenilemediği için The Brooking Institution' da. İşi düşünce üretmek olan bu kuruluş da geçenlerde Diyarbakır'ın belediye başkanı Sayın !!!! Osman Baydemir'i ağırlamıştı, hatırlatırım. Yani sözün kısası Bilal de Washington'da, güvende. Allah bağışlasın. O yüzden de "Artık şehit cenazeleri görmek istemiyoruz" diyen bir vatandaşa gönül rahatlığıyla "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir, canım kardeşim" diyebiliyorsunuz. Ben de artık şehit cenazeleri görmek istemeyenlerdenim, bu yüzden ben de sizin "Canım kardeşim" diye hitap edebildiklerinizdenim. Can kardeşliğin verdiği samimiyet hissiyle, olanca içtenliğimle merak ediyorum...


Sayın Başbakan, 5 ayda verilen 50 şehidin ardından, “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” dediğiniz için; şehitlere “kelle” dediğiniz için hiç mi utanmıyorsunuz?Bırakın politikaya devam etmeyi, meydanlarda büyük büyük laflar etmeyi; hala nasıl sokağa çıkabiliyorsunuz?Artık neredeyse her gün kalkan cenazelerde o kadar kişi tek bir ağızdan sizi ve bakanlarınızı yuhalarken ne hissediyorsunuz? Yani mesela, “Yan gelip değil, can verip yattılar” diye bağırırken binlerce kişi, "Yer yarılsa da içine girsem" diyebiliyor musunuz? Orada, şehitlerin cenazesinde, Ajan Smith gözlüklerinizle gizlerken yüzünüzü, neye daha çok üzülüyorsunuz? Şehitlere mi, düştüğünüz hale mi?İktidarınızın ilk günlerinde terör sıfırken dört buçuk yılın sonunda gelinen durum nedeniyle hiç mi suçluluk duymuyorsunuz? Şimdi sürekli "şehitlik üzerinden siyaset yapmayın" diyorsunuz ya meydanlarda. Peki, o zaman tam seçim arifesinde niye şehit aileleri ile gazilere TOKİ aracılığıyla kurasız ucuz konut veriyorsunuz? Bu durumda asıl siz şehitler üzerinden siyaset yapmış olmuyor musunuz?

Sayın Başbakan, bir baba olarak soruyorum size. Aynaya baktığınızda ne görüyorsunuz? Akşam yastığa başınızı koyduğunuzda uyuyabiliyor musunuz? Kelle deyip geçtiklerinizin ahından korkmuyor musunuz? O mağrur, çocuk bakışlı erler, onların babasız evlatları, anaların ağıtları, babaların "Vatan Sağ olsun" derken titreyen dudakları hiç mi rüyanıza girmiyor? Bir "canım kardeşiniz" olarak olanca samimiyetimle soruyorum. Bu kadar sevilmemek nasıl bir duygu Sayın Başbakan?

Ha, bu arada. Bir oğlunuz, Bilal, hani stratejik ortağınız Bush'un iltifatlarına mazhar olan, askere gitmedi. Diğeri, Burak, hani alnının teriyle gemi alan ise çürük raporu almış. Askerlik yapmayacakmış. Ne diyeyim. Bilal de, Burak da pırlanta gibi çocuklar. Allah bağışlasın.

(Yazı Oğuz Tolga'dan alınmıştır)

Friday, 19 October 2007

VICIOUS TURKS GETTING READY TO STRIKE AGAIN!!!

Here we go again. We have tortured, we have murdered, we made a genocide and we stop at nothing... Now the Turks are getting ready to strike again to ‘’Kurdish Rebels’’.

But who are these ‘’Kurdish Rebels?’’
Do they look like the ones that crash planes in big cities of USA? Or maybe they have a resemblance with ETA terrorists that bombed public places? Well it’s the same chaos and pain when a citizen of Turkish Rupublic dies because of a land mine in rural areas or after a bomb explosion in the bus stop. So let’s get things straight PKK is a terrorist organization killing innocents for more than 20 years.

So...What is all the fuss about? After 9/11 we thought that ‘’OK now EVEN Americans understand that if you don’t fight terrorism as a whole, it hits you back no matter where you are’’. But we only fooled ourselves that’s for sure. Not to mention the American and European weapons that PKK use, nobody even cared about Turkish civilian deaths. It becomes a tragedy when one of ‘’YOU’’ gets hurt i suppose.
If we are in a war against terror then why does it bother some people ? After all US youth is dying all-over the planet in this war, miles and miles away from their home country. PKK camps are only minutes away to our borders.

OH SWEET BED-TIME STORIES ...

Another humanitarian approach comes from our charming neighbour Armenia.Instead of uniting against terrorism they say.. ‘’Let’s deal with a 100 year old tale first, as the Turkish civilians and soldiers keep on dying.’’ What a lovely and sincere way of showing their sympathy against terrorism.

We see such intelligence in their other example of forcing parliaments to vote and decide for historical events. Yes my dear reader, nowadays politicians decide what happened hundred years ago and they are far better at reading things than their ancestors. What do i mean? Let me explain...

A long time ago in a galaxy far far away... (That means in 1920-21 in Malta Island) a court has been set up by the English to decide and judge the Turks about what happened in 1915 about Armenians. Let’s give some more detail about this court. Ottoman foreign minister, minister of defense , chief of parliament and many important bureaucrats and soldiers have been judged there. And since the British army occupied Istanbul (the capital city) at those times they had all the necessary documents and evidence to bring this subject to light. But what happened? Although they had their ‘’Bluebook’’ (which is a propaganda document against Turks) and all the access to officers, ministers and our archives plus their own archives, the court has been dismissed. Because all this genocide mumbo-jumbo was a lie. I believe this is a shocking end to our story.

Since then the story goes on and on . It was hundreds of thousands at the beginning. Ten years ago Armenians were saying 500.000 people died. Now they say 1.500.000 people. I guess somewhere some nasty Turks have found their nest and destroying their eggs (Well who can blame me for making jokes about a bed-time story) As i said before modern politicians are better at these things. They decide and vote for a genocide without knowing what really happened.

FROM SPANISH KING FERDINAND TO SADDAM HUSSEIN (A brief look at the parts of history that nobody enjoys)


Well actually i really enjoy it. Don’t want to lie to you. The first one is about Spanish King Ferdinand who decides to get rid of all the jews and muslims in his country. Why do i enjoy this horrible fact? Because my ancestors (The Ottomans) were the only ones that sent ships to those in need. Many people escaped from the christian inquisition thanks to our navy. No matter jew or christian we would do the same thing today. How do i know ? Because we did this a lot of times.

For instance... In the weakest era of Ottoman Empire (1849) the Sultan decided to protect thousands of Hungarian and Polish refugee against Russian and Austrian oppression. At that time Sultan said ‘’I would give my throne, i would give my head but i never give people who take shelter in my country’’
Well i loved remembering that stuff.(Excuse my self-satisfaction) Let me give more examples. But this time being humanitarian really damages our national benefits.

*Accepting refugees from communist Russia didn’t make things easy for us.
*Or accepting Jewish people during the second world war against German danger at our borders.
*Maybe 4.000 Afghan refugees escaping from Soviet Russia might be another good example.
*During Bulgaria’s Jivkov regime 300.000 people are warmly accepted by Turks.
*Many people escaped from Serbian killings by coming to Turks.

But one of my favourite one is about accepting 300.000 – 360.000 people from Iraq when all of the ‘’civilized’’ nations were giving ‘’advice’’. Saddam Hussein made a proposal to kill all the Kurds together. Did we accept? NO!! We simply opened our border gates and took those people in. We didn’t forget Halepce massacre but apperently PKK and the ‘’civilized’’ nations did. What a disgrace for the humanity. Did one of you take a single person to your countries during that massacre? This is a sad question.

VERY NICE KEBAP... EXOTIC BELLY DANCER

Well many things i wrote. Hopefully you read them all unprejudiced. We always say that we want to live in peace. We want everybody to live in peace. Of course every nation has some dirt in it’s hand. But as we always say, we have less dirt compared to other nations. Genocide is not a sin that we should pray to God to forgive us. But i think some people should begin confessing for their lies.

At the bottom line we are pretty determined to get rid of this PKK terrorism that took thousands of people’s lives and caused more than $300 billion damage to Turkish Republic. I hope some of you cares. We are not eating kebap and watching belly-dancers every day. We are losing sons and daughters every day for more than 20 years.

May God help everyone who acts against terrorism.

Thursday, 28 June 2007

Teröristle Mücadele mi? Terörle Mücadele mi?

Bu batılılar pek garip adamlardır. Esmer bir çocuk metroya binerken üstüne kalın bir mont giyer, terörist diye çeker vururlar. Sonra da ‘’Bir yanlışlık olmuş, özür dileriz’’ derler. Ah canım benim ne önemi var, özür bile dileme... Eskiden özür mü dilerdin sanki?

Yıllardır birlikte yaşayan doğu toplumlarının arasına önce nifak sokup sonra birlikte yaşamayı öğretmeye çalışırlar. Herhalde Almanların Yahudilerle, beyazların zencilerle, Katoliklerin Protestanlarla yaşadığı gibi.

Ben su katılmamış bir batı düşmanı değilim, aksine batı medeniyetine kendi medeniyetimiz kadar saygı duyarım. Ancak batının ‘’Bana saldıran terörist. Başkasına saldıran özgürlük savaşçısı’’ felsefesine isyan etmemek elimde değil. Sadrazamın sol tarafında duran Almanya ve sağında duran Belçika gelsin de, Suriye, İran, Irak, Ermenistan’la komşuluk yapsın.

Sırası gelmişken çevremizdeki diğer komşulara da değinmekte fayda var. Yıllarca bizimle yaşayan (bizim toprağımızda) İranlılar, Suriyeliler, Iraklılar, Ermeniler, Yunanlar vs. kısa vadeli planlar ve küçük hesaplar uğruna komşularının gençliğine (Mehmetçiğe), masum sivillerin hayatına kast etmiş bir şekilde, bırakın göz yummayı, açıktan PKK’ya destek vermişlerdir.

Bu açılardan bakıldığında Atatürk’ün zamanında dediği gibi ‘’Bizim ellerimiz bilhassa temizdir’’. Kimsenin bize insan hakları, soykırım, terörle mücadele dersi vermeye hakkı yoktur.

Ben bu vatanın bir evladıyım, gerektiğinde canımı vermeye de hazırım. Ancak kendime görev olarak artık sadece silahlı çatışmayı görmüyorum. Terörle ve teröristle mücadele artık farklı boyutlarda da verilmelidir. Türk Silahlı Kuvettleri’nin yıllardır bütün özverisiyle, memleketin aslan gibi çocuklarını feda ederek yürüttüğü operasyonlar bütün inancıyla devam etmelidir. Elinde silahı ile canımıza kast eden düşmana doğal olarak silahla karşılık verilmelidir. Af söz konusu olmamalıdır. Bu konumuzun ‘’Teröristle Mücadele’’ kısmıdır. Ancak geçen yıllar göstermiştir ki yalnız silahlı mücadele ile terör olayı bitmeyecektir.

Terörle mücadelenin içeride ve dışarıda farklı boyutları vardır. Öncelikle içerideki noktalara değinelim ;

- PKK’nın yurtiçindeki haraç ağı ve diğer çeşitli gelir kaynakları hızla kurutulmalıdır. Şüphesiz bu ağ sayesinde çok sayıda teröriste de ulaşılabilir.

- Psikolojik savaş boyutu aksatılmamalıdır. Nitekim Genel Kurmay Başkanı Büyükanıt’ın da belirttiği gibi, gazeteler ve televizyonlar yaptıkları yayınlara dikkat etmelidirler. Yapılan mücadelenin kararlılığı ve haklılığı dosta düşmana karşı açıkça ortaya koyulmalıdır. Basın yalnızca içeriyi değil dış dünyayı da düşünerek yayınlarını yapmalıdır. Bu hiçbir işe yaramasa bile uzaktan akıl vermeye bayılan batılıların gözüne gerçekleri sokmak için iyi bir yöntemdir.

- Doğu ve güneydoğu illerimizdeki umutsuzluğu azaltmanın yolları bulunmalıdır. Silahlı mücadeleyle birlikte yürütülmesi gereken en önemli sorumluluk ‘’Umut Operasyonu’’dur. Batılılar hiçbir hayırlı işimize yardımcı olmadıkları gibi Güneydoğu Anadolu Projesine de tek lira kredi vermemişlerdir. Buna rağmen bu ülkenin insanları kendi ceplerinden, vergileriyle ödedikleri GAP’ın altından kalkmayı bilmiştir. Bunun gibi projeler bölgeye umut ve iş götürecektir. Uğrunda yaşayacak bir şeyleri olacak insanlar silaha sarılmazlar.

- Doğu insanını yansıtan, onların ihtiyaçlarını anlatan insanların meclise girmesine müsaade etmeliyiz. Silaha sarılmayan, çözümü ortak değer yargılarıyla bulabileceğimize inanan ne kadar insan varsa demokratik olarak temsil edilmelidir. Ne kadar insanımızı demokrasiden faydalandırırsak o kadar sağlıklı bir ortama kavuşuruz. Unutmayalım ki PKK bu insanlarımızın gerçek temsilcisi değildir.


Şimdi gelelim işin dış boyutuna. Çok şükür komşularımızın her birine kafa tutabilecek imkanlar elimizdedir. Çevremizde terörü destekleyen her kim varsa onlara bunun pahalıya patlayacağını kesin ve inandırıcı yöntemlerle göstermeliyiz. Bunda çekinecek hiçbir şey yoktur. Zaten son 20 yıldır bedel ödeyen Türkiye, riskleri göze almadan hiçbir şeyin elde edilemeyeceğini deneme/yanılma yöntemiyle iyice öğrenmiştir. Tabi ki her çare askeri değil. Ekonomik veya stratejik ipler çekilerek de çevre ülkelere baskı yapılabilir. Koskoca Türkiye’ye de böyle kararlı bir çizgi yakışır ve bu bizim menfaatimize olur.

Bu çalışmalar ekseninde Türkiye’nin en büyük eksiklerinden biri olan ‘’Türk Lobisi’’ faaliyetleri de hızlanmalıdır. Avrupa’da yaşayan milyonlarca Türk’ün artık sözü yabancı meclislerde geçmelidir. Bu insanların yüz binden fazlası girişimcidir ve kendi işyerlerinin sahipleridir. Bu insanların ülkeleriyle bağları sıkılaştırılmalıdır. Bir daha Ermeni soykırımı gibi bir safsata Alman meclisine geldiğinde, Almanlar iki kere düşünmelidirler. PKK’ya göz yummayı bırakıp, iade edilmesi istenen teröristler derhal verilmelidir. Bu tip olaylarda lobi faaliyetleri çok etkili olabilir.

Herkes bu durumdan kendine vazife çıkartmalıdır. Gazeteci, iş adamı, sıradan vatandaş, asker ve tabi ki politikacılar... Hükümet topu artık askere atmaktan vazgeçip kontrolü eline almalıdır. Bunun gibi hassas bir konuda, halk desteğini de bu derece arkasına almış hangi hükümet başarısız olabilir ki? Evlatlarını kaybetmekten bıkmış bu insanlar hangi bedeli, hangi sıkıntıyı çekmekte tereddüt eder ki? Yıllarca terör yüzünden kaybettiğimiz milyarlarca doların insanlarımıza akmasının zamanı değil midir? Amerika ‘’Biz onları vurmazsak onlar bizi vuracak’’ felsefesiyle(!!) 5-6 bin mil öteden gelip yanı başımızda ortalığı kasıp kavurmayı kendine hak görüyorsa, biz de burnumuzun dibine pekala müdahale edebiliriz. Bu bizim en doğal hakkımızdır, canına kast edilmiş her insanın müdafaa hakkı olduğu gibi. Hükümetler artık bu bilinçle çalışmalıdırlar. Kendi insanlarının hizmetçisi olduklarını hatırlamalıdırlar.

Aksi şekilde hareket eden her hükümetin hıyanet içinde olduğunu düşünmek de sanırım yanlış olmaz. Tıpkı birisinin yıllar önce bizi uyardığı gibi...

Monday, 25 June 2007

Mikro Ekonomik Tetikçiler – Bilgi Üniversitesi Satışı

Birkaç ay önce okuduğum bir kitap şu aralar yeniden gündemime girdi. İsmi ‘’Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları’’, yazarı John Perkins. Yıllarca bizimki gibi gelişmekte olan ülkelerde görev yapmış olan yazar, ülkeleri borçlandırmak, verimsiz projeleri cahil /yetersiz /saf / hain yönetimlere yüksek maliyetlerle kabul ettirmeyi bilen bir profesyonel. Anlattıklarının hiç biri komplo teorisi de değil üstelik. Kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Peki bunun gündemde olmasının sebebi ne? Anlatayım...

Uzun bir süre IMF, Dünya Bankası, USAID (ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı) yada maskesi her ne halt olursa olsun aynı amaca hizmet eden kuruluşlar, ülke bazında borçlandırma ve boyunduruk altına alma politikalarını gayet başarıyla sürdürdüler. Ancak bu numaralar artık bayatlamaya başladı, Güney Amerikalılar ülkelerini bu illetlerden kurtarmanın çabası içindeler. Güzel ülkemin sıradan vatandaşı bile IMF lafını duyunca küfürü basıyor artık.

Demek ki vakit maskeyi değiştirme vaktidir. Artık ülkelere 40 yıldır yediği kazığı yedirmek çok daha zorlaşmıştır. Her zaman aynı oyunu oynadığımız batı dünyasının taktik değişikliğe gitmesinin zamanı gelip çatmıştır.

Şimdi kendimizi 5 dakikalığına şu tetikçilerin yerine koyalım, aşağı yukarı şu şekilde düşünüyor olmalılar...

- Ya bu Türkleri de hiç sevmem ama sağ sağ bitmiyor bu ülke, mandıra gibi maşallah. (Thank God)
- Millet uyanmaya başladı yeni bir yöntem bulmak lazım.
- O kadar gazeteci, politikacı, iş adamı devşirdik hala birileri çıkıp tekerimize çomak sokuyor.
- Pis Fenerliler de Roberto Carlos’u almış.
- Dış borçlarını da kapatır bunlar yakında.
- Bana daha çok devşirme, daha çok para lazım!! Ne yapsam? Ne yapsammm?


Ve çözüm bulundu... Gidip Türkiye’den üniversite satın almak. Her şeyiyle mükemmel bir planın ilk adımları. Düşünsenize yurt dışında okutulup çoğu batı hayranı, demokrasi havarisi olarak ülkesine dönmüş olanlar işlerini ne kadar da güzel yapıyorlar. Kendi insanını beğenmeyen, aslına yabancı, ‘’Ay siz hiç Türk’e benzemiyorsunuz’’ denmesinden gurur duyan sömürgeleşmiş kafalar. Üstelik üniversite Türkiye’de olunca ÖSS’yi kazanamayan öğrencilere eğitim kredisi verilerek mikro sömürgeler yaratılabilir, hem de barbar Türkleri(!) ABD’ye sokmadan. Koskoca ülkenin kahrını çekmeye ne gerek var, kurarlar iki tane sivil toplum örgütü hallederler bu işi.

Evet Bilgi Üniversitesi, Amerikalılara satıldı. Benim bu sene mezun olduğum okul. Benim kafası karışık okulum. ‘’Hepimiz Ermeniyiz’’ yürüyüşüne canhıraş bir şekilde katılan ama Tandoğan, Çağlayan , Gündoğdu mitinglerine birileri katılmak istediğinde canı sıkılan okulum. 1 Kürt, 1 Çingene, 1 Ermeni asıllı vatandaşımızı bulanın ilk fırsatta akademik (!) etnik kimlik araştırması yaptığı okulum. Kürşat Bumin Hocamızın ‘’Şapkanın da devrimi mi olurmuş’’ dediği ve her fırsatta lafı Atatürk’e dayandırdığı, ama bir taraftan da Toktamış Ateş’in ‘’Kemalizm’’ konferansları verdiği okul. Avrupa Birliğiyle kurduğu bağlantılardan gurur duyan ama içinde Türk bayrağı göremediğim okul.

Kafasındaki karışıklık Amerikalı müttefiklerimizi(!) rahatsız etmiş olacak ki okulumuza sağlam bir duruş kazandırmak için satın almaya karar vermişler. Eminim bu alınan son okul olmayacak. Soros Baba yada onun gibiler, önümüzdeki günlerde ülkemizin açıkta kalan öğrencilerine bol miktarda destek olacak gibi görünüyor.

Biz 1 buçuk milyonu aşkın öğrenciyi tarikatların, kumarın, uyuşturucunun kucağına bırakmaya razı olduktan sonra birileri de bu çocukları sahiplenecektir. Bizim açtığımız boşluğu birilerinin doldurmaması zaten maddenin tabiatına aykırı olurdu.

Hadi artık herkes kınasını yakmaya hazır olsun. Ülkenin geleceği olan gençler Soros Babalarına emanet. Neymiş o Kemalizm, milli eğitim falan, eskidi o kafalar.
Kemalist Gençlere Allah Rahmet Eylesin, Long Live Sorospu Children!!

Aman Korna Çalmayın !!!


Her sene aynı terane, değişen sadece katılımcı sayısı. Bu yıl 1 milyon 640 bin 259 aday. Yalnız 2008 sınavının şiddeti daha az olacak çünkü lise artık 4 yıl. Önümüzdeki yıl genel liseler bir seneliğine mezun vermeyecek. Sevinsem mi üzülsem mi kararsızım. Çok şükür seneye daha az öğrenci hayal kırıklığına uğrayacak diyerek gönlüme su serpmekten başka yapacak bir şeyim de yok.

Zaten ne de güzel demiş Milli Eğitim Bakanımız "Netice itibariyle ÖSS'ye giren 100 öğrencimizden 10'u bir lisans programına yerleşiyor. Bunu hepsi biliyor. Dolayısıyla bu bir eleme sınavıdır. Herkesin birinci, ikinci, üçüncü olma ihtimali yok. Dolayısıyla bu sınavda kazanmak da kaybetmek de var."
Olayı şak diye özetlemiş. Yani ne diyor?...

- Biz her 100 lise mezunundan 90’ını feda etmeyi gençliğe reva görüyoruz.
- Feda etmediğimiz 10 tanesini de Allah’a emanet ettik. Artık kapağı nereye atarlarsa oraya girsinler.
- Öyle eleştirip falan benim canımı da sıkmasınlar hepsi biliyor ki burada benim görevim size daha iyi bir sistem getirmek değil. Milli değilim ümmiyim, eğitim de pek umurumda değil ama iyi BAKıyorum doğrusu. Ben bakarım siz kazanın kaybedin beni ırgalamaz.

Bakan falan suçlayıp sinirlerimi iyice germek istemem ama tutamıyorum kendimi. Öyle bir BAKAN var ki karşımda BAKtığı yerin yüzde 90’ı telef oluyor ama adam geçmiş ‘’Herkes birinci olamaz’’ diyebiliyor. Esas korkum bu sistem mağdurlarının 10 sene sonra yüce divanda Sayın Bakan’ın başına çorap örebilecek olmaları. (Hem de üstünde Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik yazan bir çorap) ‘’Gel bakalım, sen misin sistemi iyileştirmek adına hiçbir şey yapmayan bir de karşımıza geçip bize akıl öğreten’’ diye hesap sorulacaktır herhalde. İlköğretim kitaplarından Atatürk’ü sildirmeye çalışması konusundaki yargısı biterse, ÖSS konusu da oldukça başını ağrıtacaktır düşüncesindeyim. (Amin)

Şşşt Ses Yapmayın!!

Tıp isteyip, hukuk okuyanlar, kafası matematiğe çalışmayan ama çakı gibi atlet olabilecek gençler, üniversitede okumak uğruna ülkenin bir ucundan öbür ucuna gidip ailelerini ekonomik olarak zorlayanlar, ilk sene de kazanamadıkları için ‘’Bırak kız okumayı, çok bile okudun’’ tipinde baskılara maruz kalanlar ve mücadeleyi bırakmak zorunda kalanlar bir tarafta.
Sevgili belediyemiz öbür tarafta. Tüm bunlara çareyi bulmuş, sınavdan bir gece önce ve sınav sırasında ‘’ Lütfen Klakson Çalmayınız, Sınav Var’’ tabelalarını her yere asmış.
Belediyenin bu iyi niyetli davranışına diyecek bir şey yok. Ama neye, kime yarayacak? Bütün senesi uykusuz, korkular içinde, endişeyle geçmiş gençleri son gece uyutsak ne fark edecek?

Ama tabi bazılarımızın işine gelir uyutmak. Aman uyusunlar. Aman sorgulamasınlar bu sistemi. Aman kimse ‘’Öyle üstünde milli eğitim bakanı yazan çorap giymekle bakan mı olunur ey efendi?!?’’ diye sormasın. Bırakın bütün hayatlarını etkileyecek bu sınavdan başarılı olma şansını sadece her 100 kişiden 10’una tanımaya devam edelim. ALLAH AŞKINA KORNAYA BASMAYIN, UYANDIRMAYIN!!!

Wednesday, 23 May 2007

Ben kimim? Bu blogda ne iş yaparım?

- Çevremde olan bitenden rahatsızım.
- Bu ülkenin hayırlı bir evladı olmaya çalışıyorum.
- Tarafsız değilim, ülkemden tarafım.
- Körü körüne inançlarım yoktur, her konuyu akıl süzgecinden geçirmek isterim.
- Ülkemin gelişip daha iyi şartlara ulaşmasını isterim (milliyetçiyim)
- Ülkemin varlıklarının hepimize dengeli dağılmasını isterim (halkçıyım)
- Mustafa Kemal’in yerinde, ondan ileri olmayı hedeflerim (devrimciyim)
- Din istismarına , din üstünden siyasete karşıyım (laik devleti savunurum)
- Devletin, halkın ihtiyacı olan yerlere kendi eli ile iş veya teşvik götürmesinden tarafım, her şeyi serbest piyasa ekonomisinden beklemem. Kamu yararı varsa yatırım da işletmecilik de yapılmalıdır. (devletçiyim)
- Halkın tümünün ülke yönetiminde söz sahibi olmasını isterim. Ayrıcalıklı zümre tanımam. (cumhuriyete ve demokrasiye inanırım)
- Tüm bunların ışığında anlaşılan Atatürkçüyüm.
- Yerli - yabancı düşmana karşı dinimi de savunurum ülkemi de. Çok şükür muhtaç olduğum kudrete sahibim.

Amacım canımı sıkan konuları incelemek ve kendi yorumlarımı katmak. Kimi zaman yazılar İngilizce olacak. Yorum yapıldığında eğer içinde hakaret yoksa bütün yorumlar yayınlanacaktır.

Hakkında yazmam istenen bir konu olursa (spor,sanat,politika,tarih vs.) e-posta gönderin, değerlendirilecektir.
Kendi yazınızın yayınlanmasını istiyorsanız onu da düşünürüz niye olmasın :) konu önemli değil siz yollayın hele bi okuyalım bakarsın yayınlanır :)

Şimdilik herkese sevgi ve saygılarımı sunarım...